Bölüm 1: Türkiye’nin İran ve ABD Görüşmelerine Yönelik Tutumu ve Sebepleri
Giriş
Türkiye ile İran ilişkileri iki komşu ülke ilişkileri kadar yakın değildir. Bu ilişki neredeyse uzak iki ülke arasındaki ilişkiler kadar mesafeli, soğuk ve stabildir. Türkiye ve İran 1639 yılında imzalanan Türkçesi ile Kasrı Şirin, İngilizcesi ile Treaty of Zuhab’tan beri birbirleri ile hiç askeri çatışma yaşamamasılardır. Buna rağmen, günümüzdeki İran rejimi ile Türkiye arasında esasında pek çok ihtilaf ve rekabet alanı vardır.
Çünkü Türkiye ve İran, birbirinden pek çok konuda birbirlerinden çok farklı şekilde konumlanan iki ülkedir. Öncelikle İran’ın yönetim biçimi ile Türkiye’nin yönetim biçimi oldukça farklıdır. İran bir teokrasidir. Türkiye ise her şeye rağmen seküler bir ülkedir.İran teokrasisinin özü Şii İslam’dır. Türkiye ise yaklaşık 200 yıldır batı medeniyetine siyasi, hukuki ve kültürel olarak entegre olmak isteyen bir ülkedir. Bu iki temel farklılık, iki ülke arasındaki mesafeli duruşun ve soğukluğun temel sebebidir. Çünkü bu farklılık, iki ülkenin dünya görüşünü temelden etkilemektedir.
Öte yandan, son 15 yıldan bu yana Türkiye’deki AKP hükümetinin ideolojik bir dış politika uygulamaya çalışmasıyla, Türkiye Ortadoğu’daki gelişmelerde müdahaleci bir pozisyona geçmiştir. İran, İslami devrimden sonra zaten Ortadoğu’da son 45 yıldır son derece müdahaleci bir pozisyondaydı. Türkiye ise 1923 ile 2011 yılları arasında bölge ülkelerinin iç işlerine karışmamayı bir dış politika prensibi haline getirmişti. AKP dönemine kadar Türkiye’nin Ortadoğu bölgesi konusunda pragmatik bir pozisyonda olduğu söylenebilir. Fakat özellikle, Arap Baharı’nın başlamasıyla birlikte, Türkiye’nin bölgedeki Sünni gruplarla ilişkileri gelişmiş, özellikle Müslüman Kardeşlere bağlı gruplara doğrudan destek vermiştir.
Yani Türkiye’nin İran’a göre bölgesel müdahaleciliği görece yeni bir olgudur. Türkiye’deki AKP hükümetinin bölgesel konularda müdahaleci bir pozisyona everilmesiyle birlikte, Türkiye ve İran pek çok konuda rekabet eden iki ülke haline gelmiştir. İran’ın devrim ihracı politikası doğrultusunda, bölge ülkelerindeki Şii grupları harekete geçirmesi, Hamas’ı ve Hizbullah’ı kurması ve direniş ekseni oluşturması, İran’ın bölge ile ilgili çok daha büyük bir vizyonu olduğunu göstermektedir. İran, devlet dışı silahlı grupları kendi nüfuzunu genişletmek için sistematik şekilde kullanmıştır. Bu, onu bölgede istikrarsızlaştırıcı bir aktör haline getirmiş ve zamanla bölgeden ve dünyadan yalıtılmasına neden olmuştur.
7 Ekim 2023’de Hamas’ın adeta intihar saldırısı niteliğinde başlattığı savaşın arkasından yaşanan bölgesel yıkım İran’ın müttefiklerini ortadan kaldırmıştır. Hizbullah neredeyse tamamen paralize edilmiştir. Hamas zayıflatılmıştır. Suriye rejimi çökmüş İran’ın bölgedeki en önemli müttefiklerinden Esad rejimi yıkılmıştır. Bu durum İran’ın bölgesel vizyonunu neredeyse tamamen ortadan kaldırmıştır. Türkiye, bu konuda daha kontrollü davranmış; zaman zaman Suriye’de ÖSO gibi yapılarla iş birliği yapsa da, genellikle devletlerle muhatap olmayı tercih etmiştir. Tüm bu sebeplerden dolayı, bu iki ülkenin dış politikalarında hem hedefler hem de yöntemler bakımından ciddi farklılıklar bulunmaktadır.
- ABD ve Batı ile İlişkiler
İran, ABD ve Batı’yı açıkça “düşman” olarak görmektedir. Ve dış politikasını da “anti-emperyalist” söylem üzerine dış politikasını kurmaktadır. Türkiye ise Batı ile tarihsel olarak müttefiklik ilişkisine sahiptir (NATO üyeliği gibi). Ancak son yıllarda gerilim yaşansa da Batı’yla köprüleri atmadan pazarlıkçı bir tavır izler.
- İsrail’e Yaklaşım
İran, İsrail’in yok edilmesini savunacak kadar açık ve düşmanca bir tavır içindedir. Filistin direniş gruplarını destekler. Türkiye, özellikle 2010 Mavi Marmara krizinden sonra İsrail’e karşı sert açıklamalar yapmıştır. Ancak iki ülke pek çok alanda birbirine ihtiyaç duymakta ve yakınlaşmaya çalışmaktadır.
- Uluslararası Sistemle Uyum
İran, uluslararası sisteme karşı “direniş ekseni” inşa etmeye çalışır. BM, IMF, Dünya Bankası gibi kurumlara karşı mesafelidir. Türkiye’nin bu kurumlarla aktif ilişkileri vardır. Türkiye uluslararası meşruiyeti önemsemektedir. Ve çoğu zaman uluslararası sistemin başat kurumlarında reform talep eden bir yaklaşıma sahiptir.
- Yalnızlık vs. Çok Yönlülük
İran, sık sık ambargolar ve izolasyonlarla karşı karşıya kalmış ve bu yalnızlığı stratejiye dönüştürmeye çalışmıştır. Türkiye, “çok yönlü dış politika” söylemiyle hem Batı hem Doğu ile ilişkilerini dengelemeye çalışmaktadır. Bu yönüyle daha esnek bir diplomasi yürütür. İran, dış politikasını ideolojik ve devrimci bir eksende yürütürken; Türkiye, daha pragmatik, çıkar odaklı ve esnek bir dış politika benimsemiştir. Bu farklar, her iki ülkenin bölgede nasıl algılandığını ve hangi alanlarda iş birliği ya da çatışma yaşadıklarını da şekillendirmektedir. Tüm bu farklılıklara rağmen, Türkiye ve İran bu çelişkileri her zaman ılımlı bir seviyede tutmayı başarmışlardır. Dünya’da, özellikle batı ülkeleri nezdinde son derece şüpheli bulunan İran’ın nükleer çalışmaları da bu çelişkilerden birisidir.

İran ve Türkiye temelde barışçıl amaçlarla nükleer enerji üretimine karşı değillerdir. İran ve ABD arasındaki nükleer görüşmelerde tarafsız ancak dikkatli bir tutum sergilemektedir. Bu tutum, Türkiye’nin bölgesel istikrar arayışı, ekonomik çıkarları ve jeopolitik dengeleri koruma çabasıyla şekillenmektedir. İran’ın nükleer programı ve ABD’nin yaptırımları, Türkiye’nin hem komşusu İran hem de NATO müttefiki ABD ile ilişkilerini doğrudan etkileyen kritik bir meseledir. Yine de Türkiye’nin İran ve ABD görüşmelerine yönelik tutumu, diplomatik tarafsızlık ve bölgesel istikrarı önceleme üzerine kuruludur.
Bu tutumun temel sebepleri şunlardır:
Jeopolitik Dengeler ve Bölgesel İstikrar:
Türkiye, İran ile uzun bir sınıra sahip ve bu komşuluğu, iki ülke arasında ekonomik ve güvenlik alanında iş birliğini zorunlu kılmaktadır. Türkiye, İran’ın siyasal ve ekonomik istikrarını destekleyerek bölgesel huzurun korunmasını hedeflemektedir. Örneğin, İran’ın ekonomik çöküşü, Türkiye’ye yönelik göç dalgalarını artırabilir ve PKK gibi örgütlere alan açabilir. Aynı zamanda, Türkiye bir NATO üyesi olarak ABD ile stratejik ilişkilerini sürdürmek zorundadır. Ancak, S-400 krizi ve Halkbank davası gibi meseleler, ABD ile ilişkilerde güven bunalımı yaratmıştır. Bu nedenle Türkiye, İran-ABD görüşmelerinde taraf tutmaktan kaçınarak her iki aktörle diyalog kanallarını açık tutmayı tercih etmektedir.
Ekonomik Çıkarlar:
İran, Türkiye için önemli bir enerji tedarikçisidir. İran’ın doğalgaz rezervleri ve enerji yolları üzerindeki kritik konumu Türkiye’yi daha dikkatli olmaya sevk etmektedir.Çünkü Türkiye enerji ihtiyacının önemli bir kısmını İran üzerinden karşılamaktadır. ABD’nin İran’a uyguladığı yaptırımlar, Türkiye’nin enerji ithalatını zorlaştırmakta ve ekonomik maliyetleri artırmaktadır. Bu nedenle Türkiye, yaptırımların kaldırılmasını veya hafifletilmesini desteklemektedir. Ayrıca, Kalkınma Yolu Projesi gibi bölgesel girişimler, Türkiye’nin İran ile ekonomik iş birliğini artırma arzusunu göstermektedir. Ancak, İran bu projeye kuşkuyla yaklaşmakta ve bölgesel rekabeti sürdürmektedir.
Güvenlik ve Terörle Mücadele:
Türkiye, İran’ın PKK ve PJAK gibi örgütlere yönelik tutumundan rahatsızlık duymaktadır. İran’ın PKK’ya karşı müsamahakâr bir tutum sergileyerek bölgesel rekabette avantaj sağlamaya çalıştığını belirtmektedir. Örneğin, 2011’de İran’ın PKK lideri Murat Karayılan’ı yakalayıp serbest bıraktığına dair iddialar, Türkiye’de güvensizlik yaratmıştır. Buna rağmen, Türkiye, İran ile güvenlik iş birliğini artırmak için çaba göstermektedir. 2017’de Genelkurmay Başkanı seviyesinde gerçekleşen ziyaretler, İdlib operasyonu gibi ortak güvenlik gündemlerini ele alma çabasını yansıtmaktadır.
Teorik Çerçeve: Realizm ve Kamu Diplomasisi:
Realizm perspektifinden bakıldığında, Türkiye’nin tutumu, güç dengelerini koruma ve ulusal çıkarlarını maksimize etme çabasıyla açıklanabilir. Türkiye, İran ve ABD arasındaki gerilimde taraf olmaktan kaçınarak, her iki aktörle pragmatik ilişkiler geliştirmeyi hedeflemektedir. Kamu diplomasisi açısından, Türkiye, Astana süreci gibi platformlarda arabulucu rolü oynayarak bölgesel bir aktör olarak konumunu güçlendirmeye çalışmaktadır. Yani Türkiye, İran ile ilişkilerinde “rekabet ve iş birliği dengesi”ni korumak istemektedir. Kısaca, Türkiye’nin İran-ABD görüşmelerine yönelik tutumu, tarafsız ancak stratejik bir denge arayışıdır. Bu tutum, jeopolitik konumu, ekonomik çıkarları ve güvenlik kaygılarıyla şekillenmektedir. Türkiye, İran’ın istikrarını desteklerken, ABD ile ittifakını sürdürmeye çalışmakta, ancak her iki tarafın politikalarındaki çelişkiler nedeniyle dikkatli bir diplomasi yürütmektedir. Bu tutum, Türkiye’nin bölgesel liderlik iddiasını güçlendirme çabasını da yansıtmaktadır.
Bölüm 2: Türkiye, İran ve ABD Görüşmeleri İçin Ne Yapabilir ve Bunu Nasıl Gerçekleştirebilir?
Giriş
İran ve ABD Görüşmeleri
Türkiye’nin jeopolitik konumu ve ABD ile ilişkileri, bu süreçte aktif bir katkı sunmasını mümkün kılabilir. Türkiye, İran-ABD görüşmelerinde arabulucu, kolaylaştırıcı ve bölgesel istikrar sağlayıcı bir rol üstlenebilir.

Türkiye nasıl arabulucu olabilir?
Türkiye, geçmişte 2010 Tahran Deklarasyonu gibi girişimlerde İran ve Batı arasında arabuluculuk yapmıştır.
Bu deneyim, Türkiye’yi güvenilir bir ara bulucu yapabilir.
Umman gibi ülkeler şu anda bu rolü üstlense de, Türkiye’nin coğrafi yakınlığı ve İran’la tarihsel bağları, onu daha etkili bir konuma getirebilir.
Türkiye, Dışişleri Bakanlığı ve istihbarat birimleri aracılığıyla İran ve ABD arasında güven artırıcı görüşmeler düzenleyebilir.
Örneğin, Ankara’da tarafsız bir platformda düşük profilli görüşmeler organize edilebilir.
Örneğin, Astana sürecindeki gibi çok taraflı bir platform oluşturarak, İran, ABD ve Avrupa ülkelerini (E3) bir araya getirebilir.
Böyle bir girişim çatışma riskini azaltmak için önemli bir diyalog kapısı açabilir.
Benzer şekilde Türkiye kamu diplomasisi araçlarını kullanarak, İran ve ABD’ye yönelik olumlu bir imaj oluşturabilir ve tarafları uzlaşmaya teşvik edebilir.
Türkiye, İran’ın ekonomik ve siyasal istikrarını destekleyerek, görüşmelerin başarı şansını artırabilir.
Nükleer eşikte bulunduğu belirtilen İran’a yönelik olası bir saldırı ve savaş riski Türkiye’ye göç ve güvenlik sorunları olarak yansıyacaktır.
Bu nedenle, Türkiye’nin İran’ın yaptırımlardan kurtulmasına destek olması, bölgesel istikrarı güçlendirecektir.
Bu süreçte Türkiye’nin tek başına böyle bir girişimde bulunması kolay olmayacaktır.
Bunun için İran tarafının da Türkiye ile ilişkilerini geliştirecek adımlar atması gerekecektir.
Örneğin Türkiye ile ilişkilerde ekonomik entegrasyonu artıracak ve ticareti daha serbest hale getirecek adımlar atması gerekir. Ayrıca, Türkiye’nin PKK terör örgütüne yönelik politikalarında açıkça Türkiye’yi desteklediğini gösteren adımlar atabilir.
Eğer karşılıklı olarak iyi niyet adımları atılır ve İran Türkiye’nin arabulucu olmasını isterse, Türkiye, BM ve IAEA gibi platformlarda, İran’ın nükleer programına ilişkin adil bir anlaşmayı savunabilir. Türkiye; İtalya, Fransa ve Almanya ile diyalog kurarak, Avrupa’nın İran’a yönelik “baskı ve diyalog” politikasını destekleyebilir. İran’ın nükleer çalışmalarında daha şeffaf davranması ve uluslararası kurumlarla etkin bir iş birliği yapması Türkiye’nin bölgesel istikrar hedefleriyle uyumludur. Liberalizm perspektifinden, Türkiye’nin arabuluculuk rolü, uluslararası iş birliğini teşvik ederek bölgesel istikrarı güçlendirebilir. Türkiye’nin bu rolü, ekonomik karşılıklı bağımlılık ve çok taraflı diplomasi yoluyla çatışmayı önleme hedefiyle uyumludur. Ancak, realizm açısından, Türkiye’nin bu rolü oynarken ulusal çıkarlarını (enerji güvenliği, terörle mücadele) gözetmesi kritik olacaktır. Türkiye, İran-ABD görüşmelerinde arabulucu, bölgesel istikrar sağlayıcı ve uluslararası savunucu roller üstlenebilir.
Bu roller, diplomatik kanallar, ekonomik iş birliği ve güvenlik koordinasyonu yoluyla gerçekleştirilebilir. Türkiye’nin bu süreçte başarılı olması, tarafsızlığını korumasına ve hem İran hem de ABD ile güven inşa etmesine bağlıdır. Bu, Türkiye’nin bölgesel liderlik iddiasını da güçlendirecektir.
Bölüm 3: İran ve ABD Görüşmelerinin Sonucu ve Türkiye Üzerindeki Etkileri
Giriş
İran ve ABD arasındaki nükleer görüşmeler, Orta Doğu’nun jeopolitik dinamiklerini ve Türkiye’nin bölgesel konumunu doğrudan etkileyebilecek kritik bir süreçtir.
Görüşmelerin sonucu, ya bir anlaşma ile yaptırımların kaldırılması ya da başarısızlıkla artan gerilim şeklinde ortaya çıkabilir.
Olası Sonuç 1: Yeni Bir Nükleer Anlaşma:
İran ve E3 ülkeleri (İtalya, Fransa, Almanya) arasında devam eden görüşmeler, 2015 JCPOA benzeri bir anlaşmaya yol açabilir. Yine de, İran’ın yaptırımların kaldırılması talebi ve ABD’nin bölgesel gerilimi azaltma arzusu, sınırlı bir anlaşmayı mümkün kılabilir.
Türkiye Üzerindeki Etkiler:
Yaptırımların kaldırılması, Türkiye’nin İran’dan doğalgaz ve petrol ithalatını artırabilir, enerji maliyetlerini düşürebilir.
Ayrıca, Kalkınma Yolu Projesi gibi girişimler hızlanabilir.
İran’ın istikrar kazanması, Türkiye’ye yönelik göç dalgalarını azaltabilir ve PKK/PJAK gibi örgütlerin hareket alanını daraltabilir.
Türkiye, anlaşmanın uygulanmasında arabulucu veya denetleyici rol oynayarak bölgesel etkisini artırabilir.
Ancak, İran’ın bölgesel rekabeti sürdürmesi, Türkiye ile gerilim yaratabilir.
Olası Sonuç 2: Görüşmelerin Başarısız Olması ve Gerilimin Artması:
Trump’ın 2025’te İran’a yönelik yaptırımları artırması ve “Libya tarzı bir anlaşma” talep etmesi, görüşmeleri çıkmaza sokabilir.
İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerini hızlandırması ve Rusya ile askeri iş birliğini artırması, gerilimi tırmandırabilir.
Türkiye Üzerindeki Etkiler:
Yaptırımların sertleşmesi, Türkiye’nin enerji ithalatını zorlaştırabilir ve ekonomik maliyetler yaratabilir. İran’ın ekonomik çöküşünün Türkiye’ye göç ve istikrarsızlık olarak yansıyabileceğini belirtmektedir. Gerilimin artması, İran’ın PKK’ya destek verme eğilimini güçlendirebilir, bu da Türkiye’nin sınır güvenliğini tehdit edebilir. Ayrıca, İran-İsrail geriliminin tırmanması, Türkiye’yi bölgesel bir çatışmanın içine çekebilir. Türkiye, ABD ile İran arasında taraf seçmek zorunda kalabilir, bu da NATO ittifakı ile bölgesel çıkarlar arasında bir ikilem yaratabilir. Realist açıdan, görüşmelerin sonucu, güç dengelerini yeniden şekillendirecektir. Bir anlaşma, bölgesel istikrarı desteklerken, başarısızlık, Orta Doğu’da yeni bir çatışma dalgasını tetikleyebilir. Türkiye, risk analizi yaparak her iki senaryoya hazırlıklı olmalıdır. Anlaşma durumunda ekonomik iş birliğini, başarısızlık durumunda ise güvenlik önlemlerini artırmalıdır. İran-ABD görüşmelerinin sonucu, ya sınırlı bir nükleer anlaşma ya da artan gerilim şeklinde olacaktır.
Anlaşma, Türkiye için ekonomik fırsatlar ve bölgesel istikrar sağlayabilir, ancak İran’ın rekabetçi tutumu risk oluşturur. Başarısızlık ise ekonomik ve güvenlik sorunlarını artırabilir. Özellikle İran rejiminin yıkılmasına sebep olacak büyük bir bölgesel savaşı tetikleyebilir. Türkiye, her iki senaryoda da arabuluculuk kapasitesini kullanarak bölgesel liderliğini güçlendirmeli, ancak aynı zamanda sınır güvenliği ve ekonomik dayanıklılığını artırmalıdır.
Genel Değerlendirme
Türkiye, İran-ABD görüşmelerinde stratejik bir denge politikası izlemekte, bölgesel istikrar ve ekonomik çıkarlarını ön planda tutmaktadır. Arabuluculuk ve işbirliği yoluyla bu süreçte aktif bir rol oynayabilir. Fakat yaşanan son gelişmeler ve tarafların giderek sertleşmesi bu ihtimali oldukça azaltmaktadır. Yine de nükleer görüşmelerin sonucu, Türkiye’nin ekonomik, güvenlik ve diplomatik politikalarını derinden etkileyecektir. Türkiye’nin bu süreçte esnek ve proaktif bir diplomasi izlemesi, bölgesel liderlik iddiasını güçlendirecektir.