ESAD SONRASI SURİYE’NİN DURUMU
15 Mart 2011’de başlayan ve insanlık tarihinin en dramatik trajedilerinden birinin yaşandığı Suriye’deki 13 yıllık kanlı iç savaşın, 2024 yılının Aralık ayının ilk haftasında, Baas rejiminin çökmesi ve Beşar Esad diktatörlüğünün yıkılmasıyla sona erdiğini söylemek yanlış olmaz.
Zira, İdlib’den harekete geçen ve kısa sürede Şam’ı ele geçiren muhalifler, 7 Aralık 2024 tarihinde adeta yeni bir dönemin de kapısını araladılar. Bu tarihte Beşar Esad bir Rus uçağına binerek Suriye’yi terk etti. Tüm bu hadiselerden sonra Suriye’de 1963 darbesinden itibaren son derece otoriter bir anlayışla ülkeyi idare eden Baas Partisi’nin de 61 yıllık diktatörlüğü sona ermiş oldu.

Esad’ın kaçmasının ardından, iktidarı ele geçiren muhalif grupların en büyüğü olarak HTŞ (Heyet Tahrir el-Şam) örgütü öne çıkıyor. HTŞ, 2012 yılında kurulan ve Suriye İç Savaşı’nın en kanlı döneminde El Kaide’nin Suriye kolu olan Nusra Cephesi’nin 2017 yılında yeniden yapılandırılmasıyla ortaya çıktı. Nusra Cephesi, başlangıçta El Kaide’ye bağlı olarak faaliyet gösteriyordu, ancak zamanla bu bağlantıyı koparmaya karar verdi ve HTŞ’yi kurdu. Tıpkı El Nusra ismini taşıdığı dönemde olduğu gibi, HTŞ ismiyle yoluna devam ettiği dönemlerde de bu grubun El Kaide bağlantısı sürekli olarak dile getirilen bir husus oldu. Bu nedenle HTŞ
iktidara gelmeden önce Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, ABD ve aralarında Türkiye’nin de bulunduğu birçok devlet tarafından terör örgütleri listesinde bulunuyordu.
Esad’ın devrildiği güne kadar, siyasi ve ideolojik olarak Esad rejiminin ortadan kaldırılmasını ve Suriye’de İslami esaslara göre hüküm süren bir devlet kurmayı temel motivasyonu haline getiren örgütün, geçmişte yaptıkları ve sahip olduğu siyasi ve dini vizyon HTŞ’ye yönelik güvensizlikleri besleyen bir faktör olmaya devam ediyor.
Esad’ın devrilmesine kadar laik bir yönetim şekline sahip olan Suriye’de, HTŞ’nin dini esaslara bağlı bir şeriat rejimi kuracağına inananların sayısı hayli yüksek. Zira örgütün dini görüşü, aşırı Sünni bir yorum olan ve şeriatın sıkı şekilde uygulanmasını savunan cihatçı bir ideolojiden besleniyor ve diğer isyancı gruplardan farklı olarak, özellikle Şiilere, Alevilere ve diğer mezhebi azınlıklara karşı düşmanca bir tutum sergileyebiliyor. HTŞ’nin sahip olduğu siyasi ve dini ideoloji ile iç savaş sırasında içinden geçtiği şiddet sarmalında yaptıkları dikkate alındığında, Ortadoğu’da yeni bir İslamcı rejimin kurulma olasılığını görmezden gelmek pek mümkün değil. HTŞ’nin lideri konumunda bulunan ve şu an itibariyle kendisini Suriye Cumhurbaşkanı ilan eden Ahmet Şara, Suriye’de kurulacak yeni rejimin dini ve siyasi olarak nasıl bir rejim olacağı ile ilgili sorulara belirsiz cevaplar veriyor ve kendisini bağlayacak cümleler kurmamaya dikkat ediyor. Bununla birlikte, Suriye’de iktidarı devraldıkları ilk günlerde HTŞ Genel Komutanlığı tarafından yayımlanan bir açıklamada “kadınların giyim ve yönelişlerine yönelik herhangi bir müdahale veya talebin kesin bir şekilde yasaklandığı” duyuruldu.
HTŞ ve Ahmet Şara’nın bugüne kadar sergiledikleri tavır, bütün dünyanın, özellikle batılı devletlerin Suriye’yi izlediklerinin farkında oldukları yönünde. Bundan dolayı baştan beri ılımlı mesajlar vererek, yeni yönetime karşı önyargı bulutlarını dağıtmaya ve Suriye’ye yönelik yaptırımların kaldırılması yönünde bir algı oluşturmaya çalışıyorlar. Göreve geldikten kısa bir süre sonra İslamcı militan üniformasını çıkaran ve batılı tarzda şık takım elbiseler ve pahalı kol saatleri ile ılım bir ‘rebranding’ çabasında olduğu görülen ve sık sık basın karşısına çıkan Ahmet Şara dikkat çekici açıklamalar yapıyor.
Son dönemde dünyanın önde gelen medya kuruluşlarıyla mülakatlar gerçekleştiren Şara, The Economist dergisine verdiği röportajda[1],
Kaynak : [1] https://www.economist.com/middle-east-and-africa/2025/02/03/an-interview-with-ahmed-al-sharaa-syrias-president
“Suriye bir demokrasi mi olacak? Sizin hiç demokrasi kelimesini kullandığınızı duymadık…” sorusuna karşı şu cevabı verdi:
“Bölgemizde demokrasinin birçok tanımı var. Eğer demokrasi halkın kendisini kimlerin yöneteceğini ve parlamentoda temsil edeceğini kendisinin seçmesi anlamına geliyorsa, o zaman evet, Suriye bu yönde gitmektedir…”
Yine aynı mülakat esnasında Şara’nın müphem ifadelerinden Suriye’de şeriat hukukunun da egemen olabileceği yönünde yapılan imaya karşı da “buna uzmanlar karar verecek. Onayladıkları takdirde benim rolüm bunları uygulamaktır, onaylamazlarsa rolüm onların bu kararını da uygulamak olacaktır” diye cevap verdi. Hal böyle olunca, HTŞ ve Şara’nın kendilerinin de tam olarak hangi yolda yürüyeceklerine karar vermedikleri ve müstakbel rejimin niteliği konusunda önümüzdeki dönemde hem Suriye içinde hem de bölgede ve dünyada yaşanacak gelişmelerin belirleyici olacağı söylenebilir.
Bununla birlikte, Suriye’nin gelecekte nasıl bir rejime sahip olacağı ve nasıl bir yola gireceği konusunda ciddi ipuçları barından Ahmet Şara’nın kişisel geçmişini incelemekte fayda var.
SURİYE’NİN YENİ LİDERİ AHMET ŞARA KİMDİR?
Ahmed Hüseyin eş-Şara, bilinen adıyla Ebu Muhammed el-Cevlani, 29 Ekim 1982’de Suudi Arabistan’ın Riyad şehrinde doğdu. Ailesi, dedesinin inisiyatifiyle 1967’deki Altı Gün Savaşı sırasında İsrail’in Golan Tepeleri’ni işgal etmesinden sonra Suudi Arabistan’a göç etti. Bu arada Ahmet Şara’nın baba Hüseyin eş-Şara’nın petrol mühendisi değil, petrol uzmanı olduğunu belirtmekte fayda var. Zira Şara babasının ekonomi ve siyaset bilimi okuduğunu belirtiyor. Amerikalı bir televizyon kanalı olan PBS’in muhabirleriyle 2021 yılında röportaj[1] yapan Ahmet Şara, bu röportajda babasının bir Nasır sempatizanı olduğunu ve Baasçıların 1961’de gerçekleştirdikleri darbe sonrası Baas aleyhine gösterilerine katıldığı için cezaevine girmiş birisi olduğunu ifade ediyor. Şara, babasının cezaevinden kaçarak Ürdün’e gittiğini ve orada hapse atıldığından bahsediyor. Daha sonra eğitim almak için Bağdat’a gittiğini ve 1971’de tekrar Suriye’ye döndükten sonra da parlamento seçimleri için aday olmaya uğraştığını fakat siyasi geçmişi nedeniyle adaylığının kabul edilmediğini belirtiyor. Bu süreçten sonra ise 1980’lerin başında Suudi Arabistan’a giderek Suudi Petrol Bakanlığı’nda 10 yıl süreyle görev yaptığını, kendisinin de bu dönemde doğduğunu söylüyor.
Kaynak: [1] https://www.pbs.org/wgbh/frontline/interview/abu-mohammad-al-jolani/

Babasının siyasi görüşlerine gelince, Ahmet Şara babasının koyu bir Arap milliyetçisi olduğundan bahsediyor ve bir Arap Milliyetçisi için Arapların öncelikli olduğunu, sonra Müslümanların geldiğini ifade ediyor. Bu görüşe katılmadığını ve kendisi için Müslümanların öncelikli olduğunu belirten Şara, siyasi konularda babasıyla pek de anlaşamadığını vurguluyor.
Suudi Arabistan yaşantısının ardından, ailesi 1989’da Suriye’ye geri dönerek Şam’ın Mezzeh bölgesine yerleşti. Şara, Şam Üniversitesi’nde medya çalışmaları üzerine eğitim aldı.
O dönem Mezzeh semti, orta ve üst sınıfların yoğun bir şekilde ikamet etmesinden dolayı Suriye’nin en lüks semtlerinden birisi olarak değerlendiriliyordu. Şara’nın anlatımına göre Mezzeh bölgesinde liberal bir atmosfer hakimdi ve seküler bir hayat tarzı yaşanıyordu. Siyasal İslamcılıkla tanışmasını ise Şam’da yaşadığı bölgeden ziyade o dönem Filistinlilerin başlattığı İkinci İntifada’dan çok etkilenmesine bağlıyor. O dönemde 18-19 yaşında olduğunu ve Filistinlileri nasıl savunabileceğini düşünmeye başladığını ifade eden Şara, İslamcılaşmasının kimsenin yönlendirmesiyle değil, kendi hayatının doğal akışı içerisinde ve kendi tercihleriyle gerçekleştiğinin altını çiziyor. 11 Eylül 2001 yılında New York’taki İkiz Kuleler’e yapılan saldırıdan her Müslüman ve Arap kadar sevinç yaşadığını söylüyor. O günkü hissiyatı ile bugün hayata bakış
açısındaki farklılığa dikkat çeken Şara’ya göre masum insanların öldürülmesi kabul edilebilir bir şey değil.
2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgalinden birkaç hafta önce Irak’a giderek El Kaide’ye katıldı ve üç yıl boyunca Irak’taki direnişte yer aldı. 2006 yılında Amerikan güçleri tarafından yakalanarak 2011’e kadar çeşitli hapishanelerde tutuldu. Tutuklu kaldığı hapishaneler arasında işkence sahneleriyle tarihe geçen Ebu Gureyb ve IŞİD’in doğduğu yer olan Bucca hapisahanesi de bulunuyordu. Sanılanın aksine Ahmet Şara, Irak’ta El Kaide saflarında çarpışırken sıradan bir mücahit olduğunu ve Ebu Musab el-Zerkavi gibi üst düzey El Kaide liderleriyle görüşme şansına sahip olmadığını vurguluyor. Ayrıca Irak’ın harap olmasının en önemli sebeplerinden birisi olan Şiiler ve Sünniler arasındaki iç savaşa dahil olmadığını belirtiyor.
Serbest bırakılmasının ardından, hapishanede tanıştığı üst düzey bir El Kaide mensubu vasıtasıyla Ebubekir El Bağdadi ile bağlantı kurdu. Bağdadi’ye Suriye’nin tarihi, coğrafyası, kültürü ve siyasi yapısı konusunda derinlemesine bir analiz yaptığı 50 sayfalık mektup yazdı. Daha sonra Bağdadi ile tanışmak için yanına gitti ve orada bulunduğu süre içerisinde Bağdadi’nin analitik bir zekaya sahip olmadığına kanaat getirdi. Ardından Bağdadi’den izin alarak 6 adamıyla Suriye’ye geçti. Suriye’de başlayan iç savaş sürecinde uzun bir süre yaşanan fikir ayrılıkları ve karşılıklı güvensizliklerden sonra 2016 yılında El-Nusra Cephesi’nin El Kaide ile bağlarını kopardığını ilan etti ve 2017’de diğer gruplarla birleşerek Heyet Tahrir eş-Şam’ı (HTŞ) kurdu.

Şara, siyasi ve dini görüşlerinin zamanla evrim geçirdiğini ima ediyor. Başlangıçta küresel cihat ideolojisine bağlıyken, daha sonra Suriye’nin iç meselelerine odaklanarak uluslararası meşruiyet arayışına girmiş durumda. Son yıllarda, Batı ülkelerine karşı savaşma niyetinde olmadığını belirterek daha ılımlı bir duruş sergiliyor ve Suriye’deki azınlıkların haklarını koruyacağına dair taahhütlerde bulunuyor.
TÜRKİYE VE SURİYE İLİŞKİLERİNİN GELECEĞİ

2024 yılında, HTŞ lideri olarak Şara, Esad rejimine karşı başlatılan saldırılarda kilit bir rol oynadı. Bu operasyonlar sonucunda Aralık 2024’te Şam’ın kontrolü muhalif güçlerin eline geçti ve Beşar Esad iktidarı bırakarak Suriye’den kaçmak zorunda kaldı. 29 Ocak 2025’te düzenlenen Zafer Konferansı’nda Şara, Suriye’nin geçiş dönemi cumhurbaşkanı olarak ilan edildi. Göreve başlamasının ardından, HTŞ ve diğer silahlı grupların yanı sıra Baas Partisi’nin feshedilmesi talimatını verdi. Ayrıca, yeni bir anayasa kabul edilene kadar geçici bir yasama konseyi oluşturma yetkisine sahip olduğunu açıkladı.
Şara’nın Suriye siyasetindeki rolü ve etkisi, özellikle Esad rejiminin devrilmesindeki liderliği ve sonrasında ülkenin yeniden inşa sürecindeki girişimleriyle belirginleşiyor. Geçiş dönemi lideri olarak, uluslararası toplumla diplomatik ilişkiler kurma çabaları ve Suriye’nin yeniden yapılandırılması konusundaki çalışmaları dikkat çekiyor. Özellikle Türkiye ve diğer bölge ülkeleriyle temaslarda bulunarak, Suriye’nin geleceği için iş birliği arayışlarını sürdürüyor.
Rory Stewart ve Alastair Campbell gibi, başta İngiliz kamuoyu olmak üzere dünya genelinde oldukça etkili isimlerin YouTube kanalı olan Leading’e[1] konuk olan Şara, şuan için temel hedeflerinin Suriye’de işleyen ve stabil bir kamu yönetimi inşa etmek olduğunu ve sonrasında da yeni bir parlamento ve yeni anayasa oluşturma sürecine başlayacaklarını söyledi.
An itibariyle, büyük kırılmaların yaşandığı Ortadoğu bölgesinde ve Suriye’nin yakın çevresindeki gelişmelere müdahil olabilecek gücü ve imkânı olmayan, dolayısıyla böyle bir şeyi de hedeflemeyen bir Ahmet Şara ve Suriye yönetimi söz konusu. Kişisel hayatındaki savrulmalar, iç savaştaki mücadelesi ve zafer kazanmadaki rolü göz önüne alındığında, Ahmed Şara’nın Suriye’nin yakın, orta ve uzun vadeli geleceğinde önemli bir aktör olacağına kuşku yok.
AHMET ŞARA’NIN TÜRKİYE ZİYARETİ
Suriye’de göreve geldikten sonra ilk yurtdışı ziyaretini Suudi Arabistan’a yapan Ahmet Şara, 4 Şubat 2025’te de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın davetlisi olarak Türkiye’yi ziyaret etti. Hala Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler, ABD ve birçok ülkenin terör listesinde yer alan Şara açısından, böylesi karşılıklı ziyaretler büyük bir uluslararası meşruiyet yaratıyor ve meşru bir lider olarak tanınmasına hizmet ediyor. Ankara’da yapılan görüşmede iki ülke arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesi ve bölgesel güvenlik konuları ele alındı. İkili, Suriye’nin kuzeydoğusundaki bölücü terör örgütleriyle mücadele ve bu bölgelerin güvenliğinin sağlanması konusunda ortak adımlar atma konusunda mutabık kaldıklarını ifade etse de henüz Suriye’nin kuzeyindeki PYD-YPG’nin silahlı unsurları konusunda hangi somut adımların atılacağı belirsizliğini koruyor. Ayrıca, Erdoğan ve Şara görüşmesinden sonra Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması ve İsrail’in 1967 sınırlarına çekilmesi için uluslararası baskının artırılması gerektiği vurgulandı.
Ekonomik iş birliği kapsamında, iki ülke arasındaki ticaretin artırılması ve Suriye’nin yeniden inşası için altyapı projelerinin desteklenmesi konuları gündeme geldi. Şara, Türkiye ile ilişkileri “derin bir stratejik iş birliği”ne dönüştürme arzusunda olduklarını vurguladı.
Görüşme sonrasında düzenlenen ortak basın toplantısında, Erdoğan, Suriye’ye yönelik desteklerinin süreceğini ifade ederken, Şara da Erdoğan’ı
[1] https://www.youtube.com/watch?v=KaB3ke4SHKE
Suriye’ye davet etti. Bu temasların iki ülke arasındaki ilişkilerin yeniden inşası ve bölgesel istikrarın sağlanması açısından önemli bir adım olarak değerlendirildiğine kuşku yok.

Ahmet Şara’nın 4 Şubat’taki ziyaretinden sonra Yetkin Report’un Türkiye Cumhuriyeti Millî Savunma Bakanlığı kaynaklarına dayandırdığı haberine[1] göre, Türkiye ile Suriye arasındaki askeri iş birliğini geliştirmek amacıyla üç aşamalı bir plan öngörülüyor:
- İlk aşamada, Suriye’deki devlet kurumlarının en kısa sürede işlevsel hale getirilmesi öncelik olacak. Türkiye, bu süreçte yalnızca askeri değil, siyasi ve teknik alanlarda da yeni rejime destek sağlayarak devletin yeniden işlerlik kazanmasına yardımcı olacak.
Kaynak: [1] https://yetkinreport.com/2025/02/07/suriye-ordusunun-yeniden-yapilanmasinda-turkiye-aktif-rol-oynayacak/
- Aynı zamanda, Suriye yönetimi savunma alanındaki gereksinimlerini belirleyerek Türkiye’den talep edeceği unsurları netleştirecek. Savunma kaynakları, Suriye’nin askeri eğitim, danışmanlık, savunma sanayii altyapısı ve silah tedariki gibi çeşitli konularda taleplerde bulunabileceğini ve Türkiye’nin bu talepleri karşılamaya hazır olduğunu ifade ediyor. Buna, Suriye’nin güvenliğini sağlayacak seviyeye ulaşana kadar, gerek duyulursa askeri birlik desteği de dahil edilebilir.
- Eş zamanlı olarak, Millî Savunma Bakanlığı (MSB), Suriye ordusunun savaş sonrası dönemde tespit etmekte zorlanabileceği kritik ihtiyaçlar için bir öneri dosyası hazırlayacak ve bu öneriler, Suriye tarafından talep edilmesi durumunda hayata geçirilecek.
Sürecin hızlı bir şekilde ilerlemesini arzu eden Türkiye, Suriye’den gelen talepler doğrultusunda hangi destekleri hangi ölçüde sağlayabileceğini belirleyecek ve iş birliğini somut projelere dönüştürecek bir yol haritası oluşturulacak.
TÜRKİYE VE SURİYE ARASINDA NASIL BİR EKONOMİK İŞ BİRLİĞİ HEDEFLENİYOR?
Türkiye ve Suriye, son dönemde ekonomik ve ticari ilişkilerini güçlendirmek amacıyla çeşitli adımlar atıyor. Bu kapsamda, 4 Şubat 2025 tarihinde Gaziantep’te düzenlenen “Türkiye-Suriye İktisadi İş Birliği Zirvesi”nde, iki ülke arasındaki iş birliğinin artırılması ve Suriye’nin yeniden inşa sürecine katkı sağlanması konuları ele alındı.
Türkiye Cumhuriyeti Ticaret Bakanı Ömer Bolat, zirvede yaptığı konuşmada, 2011 yılında askıya alınan Türkiye-Suriye Serbest Ticaret Anlaşması’nın yeniden uygulamaya alınması için Suriyeli yetkililerle görüşmeler yapacaklarını belirtti. Ayrıca, Suriye’nin yeniden inşasında Türk firmalarının “kazan-kazan” prensibiyle güç birliği yapmasının hedeflendiğini ifade etti.
Ticaretin kolaylaştırılması adına, Türkiye Gümrük Bölgesi üzerinden Suriye’ye yapılan ihracat ve transit işlemlerinde mevcut kısıtlama listeleri kaldırıldı. Böylece, Suriye’ye açılan kara sınır kapıları kullanılarak, Türkiye’den Suriye’ye ihraç edilecek veya transit taşınacak eşyalar, diğer ülkelerle aynı şartlara tabi tutulması hedefleniyor.
Ayrıca, Suriye tarafınca 11 Ocak 2025’ten itibaren tüm ülkelere ve sınır kapılarında eşit şekilde uygulanan gümrük vergilerinin belirli ürünler için yeniden değerlendirilmesi kararlaştırıldı. Bu kapsamda, 2011’de askıya alınan Türkiye-Suriye Serbest Ticaret Anlaşması’nın daha kapsamlı bir ekonomik ortaklık anlayışıyla yeniden hayata geçirilmesi için müzakerelere başlanması hususunda mutabık kalındı.

Suriye’nin yeniden inşası sürecinde, Türk firmalarının özellikle müteahhitlik, sanayi ve tarım ürünleri ticareti, transit taşımacılık gibi alanlarda aktif rol alması planlanıyor. Bu iş birliğiyle, her iki ülkenin de ekonomilerine katkı sağlanması amaçlanıyor.
Bu doğrultuda, iki ülke arasındaki ekonomik aktivitenin giderek arttığı gözlemleniyor. Suriye’nin yeniden inşaya acil ihtiyacının farkında olan Türk iş dünyası, Suriye pazarından en büyük payı kapmak için hem Türkiye’deki otoriteler nezdinde, hem de Suriye’de ciddi bir efor sarf ediyor. Açıklanan veriler de bu durumu doğrular nitelikte. Zira Türkiye’nin Suriye’ye yönelik makine ihracatı Ocak ayında yüzde 244 artarken, çimento, cam ve seramik ihracatı yüzde
92, metal ihracatı ise yüzde 73 arttı. Meyve ve sebze ihracatı da üç katından fazla arttı.
Türkiye Taşımacılık ve Lojistik Derneği Başkanı Bilgehan Engin, son 13 yılda Suriye’deki gelişmeler ticarete zarar vermeseydi ihracatın 6 milyar doların üzerine çıkabileceğini belirterek, 2-5 yıl içinde bu seviyeye ulaşılabileceğini söylüyor.[1] Ayrıca son yıllarda giderek büyüyen Türk savunma endüstrisi açısından da askeri kapasitesi son derece azalmış olan Suriye cazip bir pazar olarak konumunda.
Sonuç olarak, Türkiye ve Suriye arasında ekonomi ve ticaret alanlarında iş birliğini derinleştirmek için ciddi bir niyet olduğuna şüphe yok. Bu yönde önemli adımlar atılıyor, iki ülke arasındaki ticari ilişkilerin güçlendirilmesi ve Suriye’nin yeniden inşa sürecine katkı sağlanması iki tarafın da arzu ettiği bir husus olarak dikkat çekiyor. Ancak neticede, hem körfez bölgesinden hem de uluslararası camiadan Suriye’nin yeniden yapılanması sürecine ayrılacak finansal kaynaklar ve Suriye’nin bu kaynaklara erişiminin önünde engel teşkil eden yaptırımların kaldırılması bu beklentilerin gerçekleşmesini doğrudan etkileyecek temel unsur olmaya devam ediyor.
TÜRKİYE ULUSAL ÇIKARLARI AÇISINDAN
NASIL BİR SURİYE İSTİYOR?
Türkiye’yi topraklarındaki işgalci bir güç olarak niteleyen ve bunu sürekli olarak karşılıklı diyalog ve müzakerelerin başlatılması açısından ön şart olarak sunan Esad rejiminin aksine, yeni yönetim Türkiye’yi (şimdilik) bir tehdit olarak görmüyor. Tam tersine Türkiye, yeni yönetim açısından Suriye’deki devlet inşası sürecinin önemli bir kaynak sağlayıcısı olarak görülüyor. Türkiye’nin çıkarları genel olarak Şam hükümetinin çıkarlarıyla örtüşüyor. Ancak Türkiye’nin, Suriye’nin ihtiyaç duyduğu her şeyi sağlayabilecek kapasiteden yoksun olduğu da dikkate alınması gereken bir gerçek olarak karşımızda duruyor.
Buna karşın Türkiye’deki karar alıcılar, Esad sonrası dönemde Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve siyasi birliğini destekleyerek, bölgedeki istikrarın sağlanmasına katkı sunmayı hedeflediklerini sık sık vurguluyorlar. Bu bağlamda, AK Parti sözcüleri “Suriye’de kapsayıcı bir irade, kapsayıcı bir yönetim modeli ortaya çıksın” diyerek, tüm etnik ve dini grupların onurlu ve özgür bir şekilde yaşayacağı bir yönetim anlayışını savunduklarını açıkladılar.
Kaynak : [1] https://www.reuters.com/world/middle-east/turkish-firms-pursue-ambitious-plans-rebuilding-syrias-economy-2025-02-04/?utm_source=chatgpt.com
Ayrıca, Türkiye, Suriye’nin yeniden inşasında aktif rol almayı ve bu süreçte Suriyeli sığınmacıların güvenli ve gönüllü bir şekilde ülkelerine dönmelerini sağlanmasını amaçlıyor. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Suriye’nin yeniden inşası için uluslararası toplumun desteğinin önemini vurgulayarak, Türkiye’nin bu süreçte katkı sunmaya hazır olduğunun altını birkaç kez çizmiş durumda.

Buna karşın, Türkiye açısından en kritik mesele Suriye’nin kuzeydoğusundaki PKK-YPG varlığı olmaya devam ediyor. Türkiye, Suriye’de PKK’nın uzantısı olan bu silahlı grupların otonomi veya özerklik elde etmesini güvenliği açısından bir tehdit olarak görüyor. Ankara’nın sadece bu nedenle bile Suriye’de sınırlarını ve toprak bütünlüğünü askeri olarak koruyabilecek bir merkezi yönetim oluşturulmasını arzu ettiğine şüphe yok. Türkiye’nin, yeni şekillenecek Suriye ordusunun teşkilatlanmasına ve eğitim sürecine katkı sağlayacağı bekleniyor. Türkiye’nin Suriye’de kalıcı askeri üsler kuracağı yönündeki iddialar gündeme gelmeye devam ediyor. Eğer bu iddialar doğruysa, üslerin inşasının gerekçeleri arasında Suriye ordusunun eğitimi, terör örgütleriyle (YPG/IŞİD) mücadele ve hava savunmasının güçlendirilmesi gibi çeşitli faktörler olduğuna şüphe yok. Ayrıca, ABD’nin eğit-donat programıyla güçlenen ve Suriye topraklarının yaklaşık %30’unu kontrol eden YPG’nin, yeni dönemde bu
kazanımlarını koruma isteği, hem Suriye hem de Türkiye açısından son derece kritik bir mesele olarak değerlendiriliyor. Türkiye, uzun süredir IŞİD’e karşı mücadelede daha fazla inisiyatif almak istediğini dile getiriyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan da Türkiye’nin, IŞİD’le mücadelede ve militanların tutulduğu kampların güvenliğinin sağlanmasında rol almaya hazır olduğunu bir kez daha vurguladı. Bazı kaynaklar, Türkiye’nin Suriye’nin hava savunmasını dahi üstlenebileceğini iddia ediyor. Bilindiği gibi, Suriye hava sahası sık sık İsrail tarafından ihlal ediliyor. İran, Hizbullah ve Iraklı Şii milis grupların Suriye’de oluşturabileceği güvenlik riskleri de ek tedbirler gerektiren konular arasında bulunuyor.
Türkiye’nin çıkarlarını koruyabilmesi için Suriye’nin, terör örgütlerinden arındırılmış, siyasi istikrarın sağlandığı ve ekonomik kalkınmanın ön planda olduğu bir yapıya dönüşmesi gerekiyor. Bu hedef doğrultusunda, Türkiye, Suriye’de terör örgütlerinin faaliyetlerini engellemeyi ve bölgedeki güvenliği artırmayı öncelikli bir hedef olarak belirlemiş durumda.
Ayrıca Ankara, Suriye’de kapsayıcı bir yönetim modelinin oluşturulmasını ve tüm etnik ve dini grupların eşit haklara sahip olduğu bir yapının inşa edilmesini öneriyor. Türk yetkililer böyle bir modelin, Suriye halkının kendi kaderini tayin etme hakkına saygı göstererek, bölgedeki barış ve istikrarın teminatı olacağını vurguluyor.
Sonuç olarak, Türkiye’nin Suriye politikası, bölgedeki yeni gerçekliklere uyum sağlayarak, Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve siyasi birliğini destekleyen, terörle mücadeleyi ön planda tutan ve ekonomik iş birliğini teşvik eden bir stratejiye dayanıyor. Bu yaklaşım, hem Türkiye’nin ulusal çıkarlarını korumayı hem de bölgedeki istikrarı sağlamayı amaçlıyor. Bu konularda Ankara ve Şam’ın ortak görüşlere sahip oldukları görülüyor. Fakat Suriye yönetimi açısından, PKK-YPG’nin kontrolü altında bulunan Suriye Devrimci Güçleri’ni merkezi orduya entregre etmek ve bu alanı Şam’ın kontrolü altına almak, büyük güçlerin bölgesel hesapları açısından oldukça hassas ve karmaşık bir durum.
TÜRK HALKININ YENİ SURİYE’DEN BEKLENTİLERİ
Suriye’de yeni bir dönemin başlamasıyla birlikte, Türk halkının Suriye’den beklentileri bu doğrultuda değişme emareleri göstermeye başladı. Bilindiği gibi Türkiye, Suriyeli sığınmacılara 14 yıldan bu yana ev sahipliği yaparak büyük bir insani yük üstlenmiş durumda. Türkiye toplumunun büyük bir kısmı, Suriye’deki yeni dönemde sığınmacıların güvenli bir şekilde ülkelerine dönmelerini ve bu sorunun kalıcı bir çözüme kavuşturulmasını beklemektedir. Bu bağlamda, Suriye’de istikrarın sağlanması ve güvenli bölgelerin oluşturulmasını arzu diyor. Ancak, bu süreçte sığınmacıların geri dönüşlerinin zaman alacağı ve bazı Suriyelilerin Türkiye’de kalmayı tercih edebileceği de kabullenilmiş bir realite olarak göze çarpıyor.
Ayrıca başta Suriye’ye yakın güney şehirleri olmak üzere, Türkiye’nin birçok bölgesinde yaşayan insanlar Suriye’nin yeniden inşa sürecinde Türk firmalarının aktif rol almasını ve bu süreçten ekonomik fayda sağlamayı umuyor. Suriye’nin yeniden inşa sürecinde, terörle mücadele ve bölgedeki güvenliğin temini, Türk toplumu açısından ulusal güvenlik açısından kritik öneme sahip. Bu sebeple Türk halkının çoğunluğunun, Suriye’deki yeni yönetimin Türkiye’ye yönelik tehdit oluşturan terör örgütleriyle iş birliği yapmamasını ve Türkiye’nin güvenlik kaygılarını dikkate almasını umuyor. Ayrıca Türk toplumu açısından Suriye’deki yeni dönemde siyasi bir çözümün sağlanması ve demokratik bir yönetimin tesis edilmesini bekliyor.
Yazar: Murat Karataşlı